30 Ekim 2009 Cuma

Dıgıdık....


Dün baktım kimse çalışmıyor, aaa dedim gidiyorum ben, bizimkiler at almışlar bir tane, adı Shining Berke, zavallıcık TJK' da 3 yarışa katılmış, açık ara önde başlamış ama hep sonuncu geldiğinden şutlamışlar sanırım o da bize nasip oldu, artık haftasonları napalım derdimiz kalmayacak, at bincez....Kaldığım yerden devam yani, ee hazır kiloları da verdik, zorlamayacağım atımızı.
Boyu uzasın diye:)))) Ben de bahçeye kursam mı acaba şu barfiksten diye düşünmedim değil, acaba uzatır mı dersiniz?

Dün öğleden sonra kapıda beni, babasını, amcasını görünce sevinçten çığlık çığlığa ne yapacağını şaşırdı, ayakkabılarını bile zor giydirdim heyecanından...
O heyecan ve sevinç çığlıkları tüm gün devam etti, o kedilerin vay haline, nasıl bir cici yapmaysa o kediler köşe bucak kaçtılar benim cüceden, kuyruklarından havaya kaldırıyordu bir ara, yok kızım acıtırsın öyle sevilmez dedim ama zaten kediler kaçacak delik aradılar, benim kızım peşlerinde koşmaktan helak oldu. Bi ara almış başını gidiyor kedilerin peşinden...
Nasıl eğlendi bebeğim nasıl...
Bu da yeni bireyimiz Shining Berke, yeni dostumuz..

Tüm gün böyle çığlıklı kahkahalarla dolaştı, ağzı kulaklarında...

29 Ekim 2009 Perşembe

Karışık....

Çalışıyoruz biz, özel sektör neticede, ama ben bir iki işimi halledip gideyim erkenden kızımın yanına be.

Astırdım tüm damperlilere ve mikserlere bayrağı, çalışarak izindeyiz babında...

Dün akşam 8 aylık hamile arkadaşımıza gittik oturmaya, artık ben de çay içip, tabağımdakileri çatallayabiliyorum o yanımızda oyun oynarken, iyi hissediyorum.

Kafamı oynatmadan yandan bakışlar atıyorum, cilveleniyoruz....
Allahım o da bana yapıyor aynısını...Fotoğraflık....Yemelik....

Geçen akşam dışarda yemek yerken, babaannesinin çantasını karıştırdı bol bol, içinden krem buldu; kalktı bana poposunu gösterdi....

Aynı akşam gittiğimiz mekanda böyle tarz tarz yerler var; yok fasıl restaurant, yok disko, yok nargile salonu, yok kebapçı vs. vs. Biz sabit duramadığımızdan böyle yerlerde turlamaya başladık her mekanı; bi arkadaşa bakıp çıkıcam edasıyla girdi benimki fasıl restaurantına, adamın biri kapıverdi Rüyayı bizimki ağzı açık dinledi müzisyenleri......

28 Ekim 2009 Çarşamba

Son 4'e girmiş bulunuyoruz.

16.dişte kendini gösterdi, sivri mi sivri köpek dişi 4.sü. 20 dişi tamamlamaya kaldı 4 tane azı...
2 gecedir ikide bir uyanmalar, durup durup bana yapılan mızıklamaların sebebiymiş 16.
Her bebeğine , her peluş hayvanlı oyuncağına isim koyduğumuz gibi bu dişe de; -onaltıncı- ismini koydum ben...
Kedisi var; bi yoluk bişey ki adı; Gri...
Bazen kuyruğuından tutup sürükleyerek gezdiriyor, bazen de boynuna sarılıyor Gri adlı oyuncağının....
Hıh poposunu iyileştirdik, kaka sayılarını normale döndürdük ya, kaşınırız biz.
Görünce ne ben dururum almadan, görünce ne o durur yemeden...
İncir...Cırcır yapma kızımı olur mu? O seni severek yiyor.
Tipe bakılırsa sen mi onu yiyorsun o mu seni yiyor,tartışılır tabi..

İncir üstü mandalina napar, ııh yok yok bozmaz, öyle olmasın istiyorum ben çünkü...

Bu da durup dururken mızmızlanma örneğidir..."Kızım şu an ki ağlamanın sebebini ben anlamadım, büyük ihtimalle sen de bilmiyorsun" diyorum daha çok ağlıyor:)))
Tokası yeni...2 tane olmasına rağmen saçlar henüz tüy şeklinde olduğundan şimdilik 1 adet takıyoruz...
Haftasonu arkadaşım doğum yaptı; Minicik 2,5 kilocuk, kuş gibi...Hoşgeldin Güneş bebek...

27 Ekim 2009 Salı

2920.gün.....


Parmak hesabı yaptım, yanılıpta yanlış yazmayayım diye; 8 çıktı..Tam 8 sene.Evlendiğimde hemen çocuğum olsaydı ilkokula gidiyor olacaktı şimdi, neyse o konuya girmeyelim bugün.



Bir öğrenci evinde tanıştık biz;

O, Ege ingilizce İşletmeyi bitirmiş akabinde askerliğini yapmış, bizim okulda yüksek lisans yapmaya başlamış bile,

bense tembellikten okulumu 1 sene uzatmışım ertesi günkü 2 tane sınavıma çalışmaktayım,

üzerimde arkadaşımın bana 5 beden büyük gelen pijamaları, e tabi o zamanlar 49 kilo çıtırın tekiydim, saç baş karışmış bi halde...

Geldiler arkadaşımın erkek arkadaşıyla birlikte,

ooo o dersi ben sana anlatayım istersen demeler falan....

Benim surat düştü tabi, ne işleri var bunların...

Dersi falan bıraktım, gittim yatmaya....


İşte o gece takmış bana kafayı (acaba hafif alkollü olduğundan mı yanılmış:))...


Sonra ki günlerde acaba nasıl istesem telefon numarasını diye düşünmekle geçmiş günleri, çok utangaçtı o zamanlar gerçekten...


Bu tanışmadan 10 ay sonra evlendik biz....

Gülmeyin...

Bırakmadı peşimi..Gerçekten...

İlk zamanlar; 35 yaşına kadar evlenmem ben diyen adam pufff,yok oldu..

Okul bitti gidiyorum evime,İstanbuluma dedim...

Bir baktım takmış koluna anasını, babasını...

Hep birlikte beni istemeye gittik, vallahi birlikte gittik beni istemeye....


1 Temmuzda sözlendik, 27 Ekimde evlendik..

Hıza bak...


İyi adam vesselam,

İyi kötü..
Kavgalı barışmalı...
Anlayışlı anlayışsız...
Üzmeli sevindirmeli...
Kaprisli küslü...
.........
Öyle böyle 8 sene....

26 Ekim 2009 Pazartesi

Yazlıkları giyiyoruz hala..Eskişehirde bile...


Cumartesi akşamı bizim teknik müdürümüzle birlikte Kütahya'ya giden eşimin olmaması nedeniyle ben de müdürün eşini ve kızını davet ettim bize; tüm oyuncaklar odaya döküldü, iki çocuk birbirinden bağımsız oynadı ama benimki hiç bana sarmadı...
.
Mısırın her türlü versiyonunu seviyor, patlamış mısırları, ben acaba boğazına kaçar mı endişesiyle versemde, o benim hızıma yetişemesede, eni konu severek yedi.
.
Yakında kapının önüne koyulursam saşmam, bir alışveriş çılgınlığıdır gidiyor bende, dur diyen de yok...Hep tamam bu son desem de, mağazadan içeri adım atmamla birlikte çekiyor beni 36 bedenler.....

23 Ekim 2009 Cuma

Koştur peşinden durma....



Ne güzeldir Cumalar, ertesi günü Cumartesi olduğundan sadece ama yoksa işlerin en yoğun günü olmasından dolayı sevmem aslında, tek kurtarıcısı ertesi günü yani.


Dün akşam kendimiz için birşeyler yapalım hadi yemeğe gidelim dedik, 4 kişi, 2 de çocuklar tabi ki, yok bende öyle bırakabileceğim anne ya da kayınvalide...

Bu 6 kişinin aynı anda masada bulunma süresi toplasan yarım saati geçmedi, anladım mı bişi; evet anladım. Birşey daha var aslında anladığım; artık Rüya hanım biz dışarıda yemek yerken, o arabasında oyalanmıyor, bebek değil küçük çocuk edasıyla kendinden 2 yaş büyük kuzeni gibi o da ordan oraya koşturuyor ve bundan inanılmaz zevk alıyor. Nedense yormadı beni bu durum, ben de oynadım onlarla istedikleri koşuşturmayı...Tek kötü yanı, bu hellim peynirli somon balığımı hızlı hızlı yemek zorunda kalmam ve beyaz şarabımı meyve suyu gibi içtiğimden tadına varamamam.....

22 Ekim 2009 Perşembe

canımın ta içi.

Artık bizim minişinde kelime haznesi oluşmakta yavaş yavaş; "Gel" en çok kullandığı kelime.


"Dedi" yok yok anladığınız anlamda değil Kedi Kedi...
Anne demek yok tabi ki, sanırım ilkokulda falan öğrenecek bu gidişle...
Aslında benim ağzımdan çıkan bir kelimeyi bir anda söyleyiveriyor çoğu zaman ama ne dedin kızım? bir daha söyle dediğimde dut yemiş bülbül. Hatta cümle olarak bile taklit ediyor...ama sadece 1 kere söylüyor. Göz kırpıyor, ama dünyanın en güzel göz kırpması. Artık elime kamerayı her aldığımda saldırıp almak istemesinden mütevellit doğru dürüst video ve fotoğrafımız yok. Oysa o göz kırpmanın bir kaydı olmalı ve hiç unutulmamalı...

Çiş demesiyle birlikte çoktan alınmış bir klozet lazımlık. illa ben de benim klozetime otutturuluyorum, yanyanayız yani bunda bile:)))

Oturmaya bayılıyor ama henüz bir damla siftahı yok lazımlığın, her oturuşta "çiş çiş" diye efektini yapıyor ama ah bir de icaat gerçekleşse, nasılsa olacak...Kıyafetle de oturuyor çoğunlukla, kenarlarından tutulup oda oda gezdiriliyor, seyyar tuvalet. Sadece aşinalık şu an bizimkisi, ne zaman pijamasını çekiştirip oturmak istese hemen çıkarıyorum bezini, seramoniyle oturuyor ama tık yok dediğim gibi...

Emzik, gündüzleri yok denecek kadar az, geceleri devam. Ama gece eğer ağzından düşmüşse uyanmıyor eskisi gibi.. Ama eğer emziğini bir yerde tesadüfi olarak görüp istediğinde "tamam kızım vereyim" dediğimde dünyalar onun oluyor, kocaman bir sırıtış ve heyecan yerleşiyor yüzüne..

Her gece hala yatmaya gittiğimizde kendini benim yastığıma atıyor ve gözlerini büzüştürüp uyuma numarası yapmaya devam ediyor, her gece yapmaktan sıkılmaz mı insan yahu, işin garibi ben de sıkılmadım:))

istemediği birşey olduğunda kafasını iki yana çevirip ı-ıh diyor,çok sevimli,istememesine rağmen sevimli oluyor işte.

Beni en çok mutlu edenlerden ise sabahları artık ağlamıyor arkamdan, bay bayı zoraki de yapsa, boynuma sarılıp gitme der gibi de yapsa, azıcık mızıklasa da ağlamıyor ya,içim daha rahat...

Geceleri yattığımızda o küçücük kolların boynuma sarılması, bana tüm dertlerimi, günün streslerini unutturmaya yetiyor, antideprasan gibi o kolların sarılması...

Eh...artık biraz daha kendi başına oyun oynamaya başladı, hala ehh ama..

Kuzucum azıcık mızmızlansana diyorum kafasını yana eğip,suratını buruşturup, "iyğ" diyor.Bayılıyorum..

Üzerindekini değiştirdiğimde doğru kendi sepetine gidip atıyor,

Ben üzerimden birşey çıkardığımda da kendi sepetine yönleniyor, yok kızım onu bizim sepetimize at dediğimde, doğru bizim sepete atıyor.

Makinaya çamaşır atarken o da bana yardım ediyor, aynen benim yaptığım gibi yapıyor hemde...

Unutuluyor yaptıkları, ufacık bir mimiğin yazılara dökülüp anlatılması imkansız gibi birşeyken, beynime reset atıp sadece onun yaptıklarını dosyalayasım var.Ama bu beyin başka şeyleri de kaydetmek zorunda kalıyor zaman zaman, keşke olmasa dediğim şeyleri de maalesef....

20 Ekim 2009 Salı

Bugün 16.ay...

2 akşamda bir telefon ediyorum tamam ama...
Yok doktorcum ikna olmuyorum ben; tamam minyonuz biz de (hele de senin yanında) , sen hele bir de kakasına baksan şu bebeğimin....
Yarın sabahtan alın bezini, Rüyayı da getirin bana...
Gittik...
Yeni şeyler yediği için, dişte olabilir tabi, ama hazmedilmemiş bir görüntü var bu kakada...Ne yediriyorsan aynen devam, alışacak...Hiç takılacak birşey yok.
Rutin olarak 2-3 haftada tekrarlayan bu pişik ve günde 6-7 kere yapılan kaka olayı kalbime sıkıntı verirken, ben nasıl sürekli elimde telefon gezmeyeyim...
Çok sağlıklı Elifciğim, 1 yaşından sonra çok az kilo alır bebekler, hem şu tabloya baksana ortalama bir kilosu var, annene sorsan sen de böylesindir bebekken, genetiiiikkkk....
Cumartesi günü iyice azan pişikleri geçirebilmek için neler denemedim ben; hava alsın beyaz poposu diye alıştırma kilotlarıyla mı gezdirmedim, ishal olduğu halde göze alarak hemde, ikide birde sokup banyoya mı yıkamadım, koşa koşa markete gidip 2-3 çeşit değişik bez mi almadım...
Şükür dünden beri temizlerken veya krem sürerken acımıyor...
Zaten tam geçti desemde tekrar başlamayacak mı?
Gören de beni pisim zanneder bu kadar pişik yapılır mı çocuğun poposu diye, valla değilim...
16 aydır bir kere bile ıslak mendil sürmedim miniş poposuna, içlerinde ne olduğunu bilmediğimden, hep su ile ıslatılmış pamukla sildim, hep kuruladım da öyle bağladım bezini, hiç bekletmedim çişini kakasını...Gözlerim sakınmaktan çöp içinde...
Tam bak toparlandı kilo aldı sanki derken, hoop tekrardan sürekli def-i hacet..Öyle çok ishal falan da değil aslında...
Normalde de zaten günde 2 kere yaptığından mıdır nedir? Kilolar aynen bezde...Olsun bağırsakları güzel çalışıyor en azından...Bu da teselli ikramiyesi olsun bana...
16.ayını da bugün doldurdun kelebeğim ama şu yazdığım yazıya bak..Ben yaptıklarından yapamadıklarından bahsedecektim bugün, neyse o da olur....

19 Ekim 2009 Pazartesi

Yarın 16.ay...

Bu aralar biraz saldım çayıra modundayım ben nedense, öyle eğitici, öğretici, aktiviteli oyunlara ara vermiş, bugün ne öğretmeli sıkıntısını bir kenara bırakmış, o ne isterse onu oynayalım, kitaptaki nesnelere, hayvanlara o bakmak isterse bakalım, ne olduğunu açıklayayım, eğitici oyuncakları o yapmak isterse yapalım, içine şekiller atılan oyuncağıyla oynamak yerine üzerine oturmak istiyorsa otursun, ne yapmak istiyorsa ben onun emrine amadeyim modundayım, baktım mutfak eşyalarıyla oynamayı çok seviyor ona fincan,çatal,kaşık,bıçak,bardak ve kocaman demliği olan oyuncaktan aldım, bana süt yapıyor ben içiyorum, fincanıma süt dolduruyor bir yudum ben bir yudum o içiyoruz şakacıktan, çay yapıyor bazen "kızım kaşıkla karıştırılır bu" diyorum illa çatalla karıştırıyor, peki diyorum...Tüm bunları zaten büyüdükçe öğrenecek ben doğrusunu söyleyeyim de o nasıl isterse öyle yapsın hallerindeyim. Hayal dünyasını ben yönlendirmiyorum, oyuncusu olup onun yönetmenliğine bırakmak istiyorum... Üzerime çıkıp dıgıdık yapmasını, evin içinde bisikletle gezmesini, mutfakta açabildiği dolapların içindekileri boşaltmasını, yatak odamdaki kıyafetlerin yer değişmesini....o ne istiyorsa onu yapmasını...sadece o ne istiyorsa....
Cumartesi oturmasına gittiğimiz arkadaşımızın bebeği Rüyadan tam 5 ay küçük, küçük demeye bin şahit, boy ve kilo Rüyayla aynı.....

Dün akşam;

Babasının yerde olan kumandaya yanlışlıkla basması ve kanalın değişmesi sonucu; - yanlışlıkla ayağımla bastım demesiyle, bizim bücür üşenmeden geldi bulunduğu yerden, babasının ayağına bastı...ve ben sonrasında bi güzel Rüya yedim tabi ki...

16 Ekim 2009 Cuma

Mail kutumdan...


hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski, fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. Bülent o adam hakkında "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla:

Bülent: Ekmek parası mı istiyorsun?

Diğer adam: Hayır çikolata parası lazım! Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.

Bülent: Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?

Diğer adam: Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.
Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.

Bülent: Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?

Diğer adam: Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.

Bülent: Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?

Diğer adam: Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.

Bülent: Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.

Diğer adam: O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü.

Bülent: Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi? Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.

Diğer adam: Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım. Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.

Bülent: Oturun biraz dertleşelim bari , dedi. Adam çekingen çekingen oturdu yanına.

Bülent: Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?

Diğer adam: Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar. Bülent: Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?

Diğer adam: Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.

Bülent: Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.

Diğer adam: Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.

Bülent: Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.

Diğer adam: Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.

Bülent: Formül dediysem fizik formülü sormuyorum yaw. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?

Diğer adam: Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.

Bülent: Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?

Diğer adam: Altın tasın, kan kusana faydası yoktur! beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.

Bülent: Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?

Diğer adam: Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.

Bülent: Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?

Diğer adam: Küçük kızı severek.

Bülent: Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?

Diğer adam: Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.

Bülent: Nasıl yani ?

Diğer adam: Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?

Bülent: Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. "Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim.Dünyanın en güzel kızı demeliyim.

Diğer adam: İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.

Bülent: Hiç kavga etmezmisiniz siz?

Diğer adam: Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana. Bülent: Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.

Diğer adam: Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler.

Bülent: Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.

Diğer adam: Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.

Bülent: Haklısında ben de bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.

Diğer adam: Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu. Adam ayağa kalktı. Diğer adam: Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur. Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.

Bülent: Sizi tanıdığıma çok memnun oldum. Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.

Bülent: Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi. Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evinin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu.

Bülent: Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi. İnci hiç konuşmadı.

Bülent: Sorsana "niye" diye. İnci kızgın kızgın bir şekilde bülente bakarak,

İnci: Niye?

Bülent: Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek. dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.

Bülent:Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.

İnci: Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" diyorsun ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın. Bülent: Özür dilerim seni kırdığım için. Sonra Bülent yere diz çöktü. Bülent: Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme. Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. İnci hafiften kıkır kıkır gülmeye başladı.

İnci: Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin

Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü. Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.,.



Not:Mailime gelmiş ve hoşuma gitti,paylaşmak istedim...

15 Ekim 2009 Perşembe

İçerisi bitmiş...

Geçen gün eve gidiyorum, çevre yolundan değil de en kestirme abuk subuk , ikide bir lastiğimi patlatan, havasını indiren yollardan...Geldim bizim mahallenin yakınındaki bir mahalleye, 2 çocuk geçiyo yanımdan, benim cam hafif aralık, duyuyorum konuşmalarını;
- Aa bak kadın kullanıyo arabayı.
Biz de çocukken şaşırırdık kadın kullandığında, hemen yanımızdakine gösterirdik, ama artık o kadar bayan şoför var ki şaşırıldığını düşünmüyordum, demek ki hala şaşırılıyormuş..
Sonra beni bi düşünce aldı, çocukcağız kadın demişti bana, e tabi o bayan demek aklına gelmediğinden dedi ama benim kafa düşündü tabi, yaş 30 , e hani ben taş çatlasa 24 gösteriyodum, bu çocuk -Aa kız kullanıyo arabayı deseydi de ben de şöyle bir ohh çekseydim, genç gösteriyorum diyip daha bi kurulsaydım koltuğuma olmaz mıydı...
Yaştan bahsetmişken asıl anlatmak istediğim olaya şöle bi geçiş yapayım;
Kısırım o zamanlar, bundan 3-4 sene önce falan, Memorial günlerimdeki günlerden bir gün, her zamanki yol arkadaşım ablamla birlikte bekliyoruz uzun koridorda, sürekli birbirini süzmeler, kaç yumurtası oldu acaba(kümesteki yumurtalar değil bunlar, mm hesabı ile ölçülen çok kıymetli yumurtalar), acaba onun nesi var, acaba problem kimde merakları herkeste gırla gidiyor belli...
Karşımda oturan dede gelinini getirmiş;
-Kızım senin ne işin var burda?
- Ee tedaviye geldim amca..
-Neyin var?
-Yumurtam olmuyo amca..
-Kızım gençsin olur..
-Olmuyo amca..
-Kaç yaşındasın sen? (kızarcasına)
- 27 amca..
O dakikadan itibaren amca koptu, ağzı beş karış açık;
- Yaw kızım ben seni 15-16 yaşında zannettim, hadi 18...Valla bi fotoğraf makinam olsa fotoğrafınızı çekicem ikinizinde (ablam benden daha genç gösterir bu arada)
-Gelin gelin bak 27 yaşındaymış bu kız. Töbe töbeeee...
Benim suratımda kocaman bi sırıtma tabi;
- Amcaaaa, görünüşe aldanma içerisi bitmiş bitmiiişşşşşş.....
-Olur kızım deme öyle....
Hala ablamla çok güleriz bu lafıma, her yeri geldiğinde de kullanırız...
Şimdilerde ise; şu şarkıyı söylemeli; o eski halimden eser yok şimdi.....

14 Ekim 2009 Çarşamba

İkame mi?

Dün eve girdim,
beni görünce parmağıyla ağzındaki emziğini gösterdi,
- Evet annecim emziğin var ağzında dedim,
Hayatta buldumu bırakmadığı emziğini portmantoya koydu,
Boynuma sarıldı, kendi öpme stiliyle yanağımı öptü,
Kendi diliyle bişeyler anlattı,
Doğru içeri götürdü beni...
Neydi ki bu?

13 Ekim 2009 Salı

Cumartesi'den...


Hani ünlü parklarımız var ya Eskişehirde...Masal gemisi...Öyle sıcak, öyle gerçek olmuş ki...








1 TL karşılığında geziyorsun, gezdik kızımla ve çıktık, çıktığımızla geri dönmek istemesi bir oldu;
aaa kızımı ben nereye götürücem bak şimdiiiii......Yeşile....

12 Ekim 2009 Pazartesi

15.dişin ucu bembeyaz...

Anladım; Rüyanın yaşıtı çocuklarla ve annesi arkadaşlarımla buluşmak inanılmaz iyi geliyor bana; ortak dertler,ortak sevinçler,ortak sıkıntılar, ortak mutluluklar...Yalnız değilmişim dedirtiyor içten içe...Oh dedirtircesine, güldürürcesine...
Rüyanın doğumgününden beri görmediğim arkadaşım Tubaya gittim, 3 ay büyük oğlu;Çınar...
Nasıl iyiyim, nasıl rahatım anlatamam.
Biz sanki dünyanın en harika çocuklarını doğurduk; hahahhaaahhh...
Anlatmaya yetişemedik, çocuklarımızı, ailemizi, sevinçlerimizi, günlük hayatımızı, kızdıklarımızı...
Haftasonu yine ana-kız takıldık, babamız çalıştı...
Biraz ben ne istersem onu yaptık, biraz o ne isterse onu yaptık; ikimizde uyumsuzluk çıkarmadık...

Son 2 gündür yemek yeme konusunda problemliyiz, pek yemiyor...
Sanırım 15.dişten....

9 Ekim 2009 Cuma

Ben bugün...



İşteki odamın manzarası gibiyim bugün; tozlu, güneşli, sakin, İsmail'in seken ayağı gibi zorlayan, haski gibi uyuklayan, bakımlı ama sinirli, plent gibi tahammülsüz, santral gibi çalışan.....

Kışştt Rüyanın kovması ile söylersek çii...Gidin boğazımı sıkan bulutlar, süslüyüm ben bugün iyi hissetmem iyi davranmam gerek..Gidin...


8 Ekim 2009 Perşembe

Beynime kan biraz daha fazla gidiyor artık....


Bekliyordum,her akşam, saat 18:00 de....

Yolcu edermiş gibi yapıyordum,

Aslında benim amacım başkaydı; gözlemlemekti,

2,5 aydır bekliyordum,



7 Ekim 2009 Çarşamba

Benim kilolarımı sana versem...


Benim kızım çok yardımcı olur annesine; fırın eldivenlerini çekmecede görünce takmak istedi, gezdi bi süre onlarla...
Soğan çorbası yaptım, sevgili Serpil' in çorba tariflerini hep deniyorum, hem pratik hem lezzetli; Rüya kocaman bir kase hüpletti hem de ekmek doğranmışından...
Pazar günkü organik sebze ve meyvelerimiz; Rüya koparıp koparıp tükürsede azıcık gidiyordur midesine diye düşünüyorum, en azından suyu...
Turp, reyhan da topladık,yazmamışım, 3 dal reyhanın kokusu tüm mutfağımı sardı, 1 demet olsaydı ne olurdu kim bilir...
*
Dün doktora götürdüm pişiklerimiz yüzünden, geçen hafta götürdüğüm doktorumuzla aynı şeyleri söyleyince rahatladım; kan ve sümüksü bi durum yoksa yediği şeylerden dedi, hep değişik şeyler yedirmeye çalışmama rağmen bir şeye var alerjisi demek ki,bulmaya çalışacağım. Kaka sayısı azaldı,normale döndü, dolayısıyla pişiklerimiz de geçti sayılır...
Kilo standartların çok altında , boy da altında ama korkulacak kadar değil...
Yemesi çok güzel, sorun yaşamıyorum dedim; o halde tamamen yapıyla alakalı dedi, dış görüntüsü de çok zayıf değil Rüyanın ama çok keyfimi kaçırıyor bu kilo durumu..
15 aylık= 9 kilo...
Vahim değil mi???
Cuma günü pnömokok aşımızın son dozu vurulacak; ilk defa sağlık ocağında yaptıracağım, salak gibi bayıldım dünyanın parasını tüm aşılara...

6 Ekim 2009 Salı

Nasıl mesuduz...


Dün bahçe domateslerimizin içine en acılısından bahçe biberlerimizi doğrayıp bir güzel kaynatıp yaptık kışlık soslarımızı, fotoğraflarını çektim bu sefer ama makinemi evde unutmuşum...
*
Aradığım şeyi buldum; dün akşam Rüyayı uyutmaya çalışırken birden aklıma geliverdi, omzumdan bir yükü kaldırdım böylece...
*
Rüyayı uyutmak demişken; Biz onun odasında uyu(tu)yoruz,onun yastığı büyük benimkisi küçük,yanyana...Onu yatağına koyup,ışığı kapatmak için arkamı döndüğümde hooop atıyor kendini benim yastığımın tarafına,nasıl heyecanlı,ne yaptığını bildiğimden ışığı kapatmadan dönüyorum yanına her yerini sıkmak için; benim yastığıma yatılmış,gözler kapatılmış,uyuyor numarası,suratta sırıtma ifadesi....."Ya kalksana benim yastığımdan"diye sıkıyorum orasını burasını; oda kahkahalarıyla doluyor....Uyku da böylece dağılmış oluyor.Bu yaklaşık 1 haftadır her akşam böyle, öyle hoşuma gidiyor ki anlatamam...Onun da...
*
Pazar günü bağevindeyken eltimin 3 yaşındaki kızı elini omzuma koydu; uzaktan bizi gördü, "anam geliyor eyvah" dedim bakışlarını görünce, hızla yaklaştı ve o eli nasıl hışımla ittirdi....paylaşılamıyorum demek ki öğrenmiş oldum...
*
Dün ilk defa klozete oturmak istedi; çıkardım bezini otutturdum,hadi yap kızım çişini dedim; çiii çii çi dedi, yapmadı...2 kere oldu dün bu olay...Öncesinde hiç konusu bile geçmemişti öğretmek adına, benim fikrim hep 2 yaşında başlamaktı bu eğitime, şimdi öğrenmek için araştırma yapacağım çiş eğitimi konusunda...

5 Ekim 2009 Pazartesi

Hayvanları çok seviyor, öyle orasını burasını da sıkmıyor onların cici yapıp seviyor, fazla muhatapta olmadan sevip bırakıyor....
Salonumuzun ortasındaki ufak basamaktan tutunmadan inip çıkabiliyor...
Erol Taş gibi tavuk yedi ama mama sandalyesi,saçları,elleri,tüm yüzü de buna eşlik etti.

Günlerdir poposunda geçmeyen pişikler yüzünden tedirginim, doktora götürmeme rağmen tatmin olmadım ve eski doktorumuza götüreceğim yarın. O da o kadar rahatsız ki ilk defa bezini çekiştirdi, gece kalkıp bezini değiştirdim tekrar...Tüm gece rahatsız uyudu(k).....Şimdiye kadar hiç ıslak mendil kullanmadım ben Rüyanın bezini değiştirirken hep ıslak pamuk kullandım,hergün yıkadım...Sakınanın gözüne batıyor sanırım bu çöpler...
* kuşlar -ci diye ses çıkarırlarmış,
* ilk defa çiş dedi, kakan nerde dedim poposunu gösterdi,
* gel bezini değiştirelim dedim,bana bez getirdi.
Pazar günü bahçeden organik elma,patlıcan,biber,domates,erik topladık...
Ayvalar kocaman olmuş,ağacın dallarını kıracaklar nerdeyse...
Komşunun dev gibi balkabaklarından istiyorum; ayır bana da bir tane dedim; hepsi senin olsun dedi....
O kadar elmayı napıcam ben...Elmadan reçel olur mu? Herşeyden oluyor neden olmasın?
Elma reçeli yapan var mı????
Çizme giydim bugün, sabahın soğuğuyla isabetli gibiydi....Öğlenin sıcağıyla trend oluverdi.....
Bir türlü veremediğim kalan 6 kilomu vermeye karar verdim önümüzdeki 2 aylık kafamdaki süre boyunca...Yaza değil kışa zayıf girmek olsun benimkisi....
Sakladığım birşeyi bulamıyorum 4 gündür; sıkıntı veriyor hatırlayamadıkça.....

2 Ekim 2009 Cuma

Haz...

Ne güzeldi dün...Hiç kalbimizi kırmadık ana-kız....Parka gittik, özgürce gezdik, parktaki spor aletlerine bile bindi, yakınlarımızdaki sitenin parkına girdik, çin elması yedik; ekşi mi ekşi...el ele evimize yürüdük,yorulunca oturdu yandan kalça kemiğime.....

Çin demişken;
Çinlinin atası demiş;
" Çocuklarınıza kızdığınızda onların ellerine ve ayaklarına bakın, ne kadar küçük olduklarını göreceksiniz".
Adam tahmin eder miydi, söylediği sözün bir annenin gözlerini dolduracağını....