30 Nisan 2010 Cuma

Meselaa...

Bu hafta çabucak mı geçti? Yoksa ben mi öyle olmasını istedim?

Eğer haftasonu için önceden planlanmış bir programım varsa, bu en sevdiğim şey...
Ama bu hafta şimdilik yok...

Bu haftasonu güneş olsun, rüzgar olmasın...
Plan yapmak bunlara da bağlı çünkü...
En sevdiklerinden birşeyler yapalım en azından, saatlerce parkta oynasın mesela...
Geçen sene ki şapkaları küçük geliyor, şapka alalım mesela...
Hatta şapka almaya yalnız çıkmayalım, birilerini arayalım mesela...
Biraz daha düşünürsem olur benim işim:))

Herkese mutlu haftasonları....

29 Nisan 2010 Perşembe

Yürümeyi öğrenmiş:)))


Rüyacık benim kucağımda gezer genelde, refleks olduğunu düşünüyorum artık, ben kapıdan girer girmez ve yatana kadar beni gördüğü her an kollar havada yürür bana doğru, ben de eğer çok mühim bir işim yoksa kırmam onu, kucak kucağa geziyoruz yani biz genelde:))

Dün banyoda işim var, pıtırcığım her zaman ki gibi yanımda, yine açtı kollarını;
- Ya kızım kocaman oldun, sen yürümeyi bilmiyo musun, neden sürekli kucağıma geliyosun dedim.
- Yüyom, anne bak!! diye seslendi. Olduğu yerde pıt pıt sayıyo ayaklarıyla, hızlı hızlı, anne bak yüyom:)))

Aldım kucağıma hemen, bu sefer mıncıklayarak öpmek için:)))

O kadar iyi ki aramız şu sıralar, tahtalara vurayım....

28 Nisan 2010 Çarşamba

Komik surat:))

Benim arkamdaki pencereden gözüne ışık geliyor ve ben soru sorarken ki bu surat ifadesine bayılıyorum...

Hamurdan sadece baba ve dede yapıyor:)

* Dün bezini değiştirirken, bir yandan da oynaşıyoruz( zaten bez değiştirmemiz yarım saati buluyor:)) Küpemin biri çıktı kulağımdan, aldı, diğerini de istedi verdim;

- Aa şekerim ne güzelmiş küpelerin, dedim.

- Hıı, ben yeni agım (aldım) ,dedi.

Çok şaşırıyorum artık, inanılmaz da mutlu oluyorum.

Bir insan evladı böyle konuşmaya başlıyor demek ki. Aslında şaşılacak bir şey yok belki de ortada, bir çocuğun büyümesini bu kadar yakından görmediğimden sanırım.

26 Nisan 2010 Pazartesi

3 gün daha uzasaydı bu tatil, ben işi bırakırdım:)))

Şimdi siz bana " aa kadına bak, sadece kendi kızını çekmiş, onun fotoğraflarını koymuş" diyebilirsiniz ama öyle değil işte, benim makinem eşimle birlikte yurt dışına çıktığı için ben tek kare bile çekemedim, sağolsun Özlem mail attı bana fotoları ama o da sadece Rüya' nın fotolarını göndermiş:)))Çok sakin geçti o günümüz, koşmadık peşlerinde, takıldılar kafalarına göre, parkta çok sakindi onlar gibi....

Daha önce Özlem' le kısa süreli olarak görüşmüştük, çocuksuz:)) Ama bu sefer daha uzun görüşmemiz sayesinde onun ne kadar olgun, iyi yürekli bir insan olduğunu anladım...

Buluştuğumuzda Rüya arabada uyuyordu, ben de Nilsuyu kucağıma aldım, ama annesi uyardı:)) Rüyayı taşımaya alışık olduğumdan, Nilsu bana biraz ağır geldi, maaşallah taş gibi:)) Nilsu canayakın, güleryüzlü, sevgi dolu bir çocuk... Aynı zamanda çok da şık:))


Rüyacık elele dolaşmaktan hoşlanan, sarılmayı, öpmeyi seven bir çocuk, henüz birlikte oynamayı bilmiyorlar, kumlarla ayrı ayrı oynaştılar ama tahteravallinin iki ucunda oturdular...

Nilsu kestanesini paylaştı Rüya' yla..


Bense, tekrar gelmeleri ve en kısa zamanda tekrar görüşmeyi can-ı gönülden diliyorum..

Özlemciğim, ne olur dert etme kendine çocuk bunlar 1,
2.si kendimi de koymadan edemedim:))
Cuma günü de parktaydı Rüya, Emine götürdü, ben de 5 dakika kuaföre uğradım, salıncak sırası beklerken, beklemeliyiz demiş Emine; Rüya ise "beklememmm" diye bağırmış, parktakiler kopmuş gülmekten, şimdi şımarık şımarık "beklemem" deyip duruyor:))
3 günlük tatilin bitmesini hiç istemedim, eşimin yurtdışında olması dolayısıyla yalnız kaldık kızımla, gerçi çok gezdik, geç girdik eve, ama geceleri 2 kişi olmak yine de değişik hissettiriyor insana, neyse ki çabuk döndü....

22 Nisan 2010 Perşembe

Mimoza çiçeği...

Bir daha gelirse yine giderim,

2 saatlik uykuyla da kalmak zorunda kalsam, yine kaçırmam...

O duygusallığı ve aynı anda zıplayarak oynamayı bana bardaktaki mi yaptı?

Yoksa Mimoza çiçeği mi?

21 Nisan 2010 Çarşamba

Emzik defteri kapandı artık....


Dün Espark' a doğru gezmeye çıktık Rüyacığımla,
e haliyle emziksiz bindi arabaya,
yolda sordu;
-anne memem?
-vereyim mi kızım?
-Yok, pişşş.
-Anneanne?
Ve ben aynı hikayeyi bir kez daha anlattım, o sırıtarak dinledi:))
Ve bir daha hiç sormadı...

Akşam uyuması biraz uzun sürdü her zaman ki gibi ama emzik emerken de zaten yeterince uzun sürerdi...
Eğer bu şekilde devam ederse çok iyiyiz..

Ve ben, o üzülüpte ağlamasın, memesini hatırlamasın diye çok suyuna gidiyorum, alttan alıyorum:)))
Ama onun da hakkını yemeyeyim, hiç mızmızlık yapmadı bu konuda..

Kayınpederimle konuştuk sabah;
- Onun babası 3 meme birden emerdi, bıraktırana kadar mahvolmuştuk, dedi...
Sanırım güzel huy konusunda bana çekmiş:))))))))))))

20 Nisan 2010 Salı

RÜYA BUGÜN 22 AYLIK VE DÜN EMZİĞİ BIRAKTI...

Bu foto elimizdeki son emzikli fotomuzdur:)))

2 yaşını doldursun öyle bıraktıracağım dedim hep...
Üstüne gitmedim, baskı hiç yapmadım, baskı yapmaması konusunda Emine' yi sıkı sıkı tembihledim...
Ama yaşı büyüdükçe ağzına yakıştıramayanlar " aa büyüdün artık, bırak o memeyi" dediler...Ben hiç istemedim üzerinde baskı hissetmesini, sonuçta ona güven veren, ağladığında teselli eden, uyumasına yardım eden, en önemli eşyası onun o...

Etraftan daha fazla baskı gelmesini engellemek adına, ben yapmalıyım bunu dedim, kimse onun üzerine gitmesin istedim...

Eline alıyordu, yere düştüğünde benden atik davranarak ağzına sokuyordu, ben zaten çok mikroplu görüyordum bu emzik işini.

Emine' yle dün konuşuyoruz, "senden çekinmesem bıraktırıcam memeyi" dedi.
"Çekinme o zaman, bıraktır hadi" dedim.

Ucunu kesecektim biraz biraz, sevgili Burcu' nun taktiği hoşuma gitmişti ve yazmıştım aklımın bir kenarına...Ama Emine bir tanıdığından fikir almış, şöyle ki; çok acı olmayan pul biberi azıcık suya koyuyorsun ve istediğinde ucunu silip veriyorsun..

Aradı telefonla, biberli su sürdüm, dedi.
"Anaaa kız, yakma kızımın ağzını, kesecektik ya, dedim.
"Geçmiş olsun" dedi. Yakmıyormuş zaten, sadece tadı kötü...

Zaten bir daha da istememiş, öğlen uykusuna da zorlanmadan dalmış.

Ben eve gidince ne olacak bakalım, diye düşünerek vardım..

Tabi ki istedi benden...

- Memem? nerde yeşil memem anne?
- Getireyim mi kızım?
- Yok, pişşş..(Surat buruşmuş bir şekilde)

Ondan sonra bizim konuşma serüvenimiz başladı:))

Ayy Rüyaa, ben küçüktüm, senin kadardım, annemden mememi istedim, al kızım işte memen dedi, bi aldım ağzıma, amaan ne kötü, ne pis bir tadı var bunun anneciğim, ben bir daha emmek istemiyorum dedim anneme ve birlikte gittik çöpe attık , o gün bugündür ben hiç meme emmiyorum dedim:)))
Ama sen istersen getireyim memeni dedim,

- Ememem, dedi:)))

Bu konuşma sanırım gece yatana kadar 50 defa anlatıldı tarafımdan, aynı şeyleri yaşamış olmamız çok hoşuna gitti onun, hep gülerek dinledi beni...

Aklına geldikçe, anneanne? dedi, ben anlattım o dinledi...

Gece uyurken de hiç zorlanmadık,
bu kadar kolay olacağını hiç ummamıştım, şükürler olsun.....

Tarihe not: Rüya 22 aylık olduğu gün emziği bıraktı....

19 Nisan 2010 Pazartesi

2 gün.





Biz, Cuma akşamı pekte geç bir saatte çıktık yola, 12' de istanbuldaydık, uyumadı yol boyu, oturdu yanımda, hem de sen ben gibi, sorunsuz, büyük insan gibi.Varmamıza yarım saat kala uyudu, arabadan inerken köpek seslerinden uyandı, gözlerini açar açmaz "haov haov" dedi:))
Biraz oturduk, tekrar uyudu...

Pazar sabahı, sabahtan yola çıktık, Gelibolu' ya gittik, ön koltuğu arkaya kadar yatırdık, babam yattı, arkada ben, Rüya, annem pek bi mesut gittik, hiç sorun çıkarmadı..

Pazar akşam Gelibolu' dan Eskişehir' e dönüş yaptık...

Bu 2 gün boyunca konuşması iyice arttı, bu 2 gün boyunca o kadar yolculuğa rağmen hiç beni üzmedi, bu 2 gün boyunca çok mutlu oldu, bu 2 gün boyunca özlediklerini gördü...

Bu 2 günün ben hiç bitmesini istemedim...

*

Emziği bıraktırma kararı aldım, artık 2 yaşında oldu sayılır...Damak yapısı çok bozuldu çünkü...
Eğer çok büyük tepkiler vermezse başlıyoruz bugün...Öğlen uykusuna memesiz yatmış...

*

O işin peşinden, bez bıraktırma çalışmaları olacak, zaten bu benim kararım değil, daha çok onun kararı gibi:)) Havalar ısınır ısınmaz...

*

Fotoğrafları yarın koyacağım....

15 Nisan 2010 Perşembe

Mastika...

Dün Babaannesinin çekmecesini açmış, ayakkabı boyalarıyla bir güzel kendini boyamış....
Makinam yanımda değildi...
Zaten babaannesi bana çaktırmadan yıkadı:))) (güya çakmadım)
Ama sağ yanağındaki siyah boya ele verdi herşeyi:))
*
-Göbeğini, elini, ağzını, bacağını, her yerini yerim, diyorum..
-Yook yemee, öp diyor....
Öperken yine de yiyorum ben:)))
*
Yumurtanın sarısını da yiyor artık.
*
17.diş iyice çıktı, kalan 3 diş kabarık, elleri yine ağızda dolaşıyor şu sıralar.
*
Bahçeye barfiks yaptırıyor babası onun için, sevecek eminim, çünkü koşu bandının kollarında sallanıyor..
*
Omuz silkmeyi öğrenmiş, yakında "bana ne bana ne" diye gezerse hiç şaşırmam...

14 Nisan 2010 Çarşamba

O hazır da, anası tembel napsın..



Dün eve gidince, üstümü değiştirirken her zaman ki gibi zorla bezini çıkarttırdı, çıkardım, her zaman ki gibi oturdu lazımlığına, ben her zaman ki gibi hiç ihtimal vermedim çişini yapacağına..Bir baktım lazımlığının içindeki suyla oynuyor, lazımlığın zemini sarı olduğu için anlamadım, Emine' ye sordum, sen buraya su mu koydun? dedim, Yoo, hayır koymadım, kuruydu otururken dedi. İnanamadım, lavaboya döktüm evet evet sapsarıydı:)))
Aylardır, ben ne zaman klozete otursam o da benim yanımda lazımlığına otururdu ama hiç yapmazdı çişini...

Ne şaşalı tebrikler, ne öpücükler, ne aferinler aldı benden....

Sonra takmadım bezini, yaklaşık yarım saat sonra koşa koşa pijaması ıslak bir biçimde yanıma geldi:)))

Ahhh annem, sen benle 2 gün uğraşsan ben bu işi çözeceğim de, sen de iş yok dese bana, haklı..
Ama şekerim, ben havaların ısınmasını bekliyorum, tembellikten değil desem inanır mı?:)))

Çişiyle oynadı ya, banyo yapmak için miydi ki?

13 Nisan 2010 Salı

Şu - Ovak...


Hepimizin vardır çocukluğumuza ait bu konuşması;
- Küçükken sen suya .... diyordun...
Unutmayayım miniğimin suya ne dediğini, ilerde sorarsa:))
- ŞU...
Tamam onun söylerken ağzı yusyuvarlak, çok tatlı, çok öpülesi ammaa benimki kadar ilginç değil:))
- OVAK...:)))
*
Bir de bi Japon yorumcu hayranım var ki sorma gitsin, hergün yorum bırakıyorlar japonca mı? Çince mi? bilemedim ama çok sıkıldım...Hayır heyecanlanıyorum yorum gelmiş diye:)) bir bakıyorum hogolo şogolo, anlamıyorum kardeşim, ne okumam var ne yazmam, yapmasan bana yorum artık:))
*
Haftasonu İstanbula gideceğiz bu sefer, hatta babamı alıp Gelibolu' ya bırakacağız, hava da güzel olursa değmeyin keyfime...1 ay boyunca oturması yasak, ohhh yata yata gideriz artık...
*
Bu sene bahçe yapamıyoruz, zamanımız hiç yok işlerden, babam da rahatsızlığından dolayı yapamayacak. Organiklik hak getire bu sene...
Evin bahçesinde ufak bir yeri deşsem de domates, salatalık eksem ayıp olur mu:))?
Ya da çok güzel saksılar gördüm, onları mı verandaya doldursam?
Bu sene içimdeki sebze yetiştirme isteğini anlatamam....
Havalar da düzelirse neden olmasın???
Ama siz, yok ben uğraşamam böyle işlerle diyorsanız, şuraya uğrayın derim:))

12 Nisan 2010 Pazartesi

Pzt.




Pazartesi' nin en kötü tarafı; pencereden bana el sallayan miniğimin suratındaki gülümsemenin, benimkiyle aynı mıdır? benimki gibi buruk mudur? acaba diye düşündürtüyor olması...Eğer öyleyse, bu çok acıtır kalbimi...

Pazartesi' nin en iyi tarafı; haftasonuna 1 gün daha yaklaşmış olmak...

Başka evlerde uzun süreli zamanlar geçirdik bu haftasonu, dışarı çıkmadan...

Uzun süreli kalmalarda bile sorun çıkarmayan koca gözlüme sonsuz teşekkürler buradan:)))

9 Nisan 2010 Cuma

Kamp kurcaz da, bi ateş lazım öncelikle....

Hay dilimi eşek arısı soksaydı da, beğenmeseydim, söylemeseydim...
Yok ya vazgeçtim iyi ki " aa ne güzel, güle güle oynasın Rüzgarcığım" demişim...Çünkü benim prensesim görünce çıldırdı bu şatoyu, yapmadığı şebeklik, koşuşturmadığı metrekare kalmadı evde sevincinden...
Sen taa İstanbul' dan al ve gönder koca çadırı...Diyorum ya, "delisin işte, delisin"....







Hülyacığın, sevimli hediyelerinden sadece biri..



Yarın İstanbul' a gidecektik, olmadı..Haftaya olacak, umarım...





Havalar çok kötü burada....
Kamburum hala inmedi sırtımdan...O yüzden, ben daha sağlam basmaya çalışıyorum yere...
Rüya'nın " anne şeviyom" demesi, bu kötü havalarda içimi ısıtan tek şey..
Artık, konuşma işi ,oldu, bana göre.. Konuşmanın bu aşamasında benim içimin yağları eriyor, ağzın o yapısı, o yarım kelimeler...Mimikleri....
Bebek değil artık orası kesin, çoğu zaman bebek arabasını kullanmıyoruz bile...

Hergün eve gitmeden önce, bugün ne yapsak acaba diye düşünme vakti ayırıyorum kendime...
Eğer benim işim varsa; o iş oyun haline dönüştürülüyor, eğer işim yoksa onun oyunlarından birini kurguluyorum...
Örneğin, benim çantalarımı düzelttik geçen gün; küçük çantaları o hasır sepete koydu, büyükleri ben ayrı yere koydum, tozlarını ben aldım, o tozları alınmışların tozunu bir daha aldı..
O yardım etmenin haklı gururuyla sevindi, ben çantalarımı düzeltmenin sevinciyle rahatladım...

Yıkanacağımız gün, sabahtan işe giderken söylüyorum, "hazırlık yap, ben gelmeden" diyorum..Tabi ki hazırlık falan yok ortada:)) Gelince, "sabah ne demiştim, hatırlıyo musun?" diyorum...Koşa koşa banyoya gidiyor sevinçle... Bezini, şaç kurulama tülbentini, tarağını o koyuyor, tırnak makasını, kıyafetlerini, havlusunu ben ayarlıyorum...
Dedim ya bebek değil, orası kesin....

7 Nisan 2010 Çarşamba

Başımı kaşıyacak zamanım yok bu hafta, üstüne bir de bakıcımızın bitmek tükenmek bilmeyen işleri yüzünden erken çıkmak zorunda kalınca, hızlı bölünebilen tek hücreli organizmalar gibiydim. Sırtımda bir ton kambur, benle alakası olmayan ama benim sırtıma binmiş yükler...

Babam Pazartesi günü uzuun bir ameliyat geçirdi, uzaktan beklemek mi daha zor yoksa dibinde bekleyip öylece haber beklemek mi? O 5 saat boyunca insanın aklına neler neler geliyor da, ikide bir kendimi toparlamak zorunda kaldığımı bir ben bilirim.Sonuç; gayet iyi...

Rüyacığıma gelince; öksürüğe devam...Son azılardan bir tane patladı, iştahsızlık ve vücut direnç düşüklüğünün sebebi anlaşıldı.

Bu arada beni ve Rüya' yı çok mutlu eden jestler de olmadı değil, Sevgili Hülyacığım, Rüya' ya bir sürü hediye göndermiş, fotoğraflayamadım, zaten Rüya tokaları görür görmez hepsini başına taktırdı, gönlüne sağlık Hülyacığım...

Aslında yazacak, yapılmış o kadar şey var ki, ama bende derman yok, toparlanmam uzun sürmezse gelirim yoksa bir süre beni beklemeyin....

2 Nisan 2010 Cuma

-Tebrik ederim.-Hı?

Bu kuzucuklar her kelimeyi yeni öğrenirken, bizim onlarla didişmemiz normal mi?

Önceki 2 günkü performansım için kendimi tebrik ederim:))

Çok iyi aramız, çok seviyoruz birbirimizi:))

2 bebeğiyle dialog yapıyorum, o ağzı 5 karış açık, sırıtarak beni dinlemeye bayılıyor;

-Annen seni çok seviyormuş, diyor biri diğerine,

Benim kuzum kollarını taaa arkaya kadar açıyor...

*

Video geçen haftadan...

*

Dün akşam çiğbörek yedik, babaanne büyük'te..Eşimin babaannesine babaanne büyüg diyor...

*

Bugün bi bankadan ziyaretime geldiler, şöyle bir laf varmış;

Bir çocuk = çok cocuk

İki çocuk = ha var ha yok

Üç çocuk = hiç çocuk..

Olur mu öyle şey hiç:))

İnsanın aklını çelecekler birşey değil:))

1 Nisan 2010 Perşembe

İnat sende, dert bende...

Çok didişiyoruz 2 gündür...Koskoca kadın, bacak kadar çocuğun kalbini kırmaya utanmıyosun di mi? Utanıyorum hem de çok...Özür dilemek kapatır mı kırılan kalbin çatlaklarını? Halletmez biliyorum..En azından tamir eder belki..Umarım kalıcı bir tamir olur da, tekrar bozulmaz...

Ben asıl bundan 10-15 yıl sonrasını merak ediyorum....
Bir de kaplumbağa, timsahtan başka yapacak birşey bulamadın mı? Daha kolay yapılası şeyler mesela.. Beceriksizliğini bu kadar belli etmeyecek şeyler...Bak kızım bu timsah dediğimde, hııı dedi en azından:))